بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم Hoş geldin, .
Son Ziyaretiniz:
Mesaj Sayınız: 0


    İsrâ Sûresindeki Mirac

    muhammed
    muhammed
    Gizli-Ilimler Yöneticisi
    Gizli-Ilimler Yöneticisi


    Mesaj Sayısı : 219
    Yaş : 34
    Nerden : Almanya
    Memleket : Adana
    Kayıt tarihi : 14/01/11

    İsrâ Sûresindeki Mirac Empty İsrâ Sûresindeki Mirac

    Mesaj tarafından muhammed Ptsi Ocak 24, 2011 1:37 pm

    Kur’ân-ı Hakîm’de Miracın
    hangi sûrelerde anlatıldığını inceleyecek olursak, İsrâ ve Necm Sûreleri
    çıkar karşımıza. İsrâ Sûresinde bu büyük mucizenin ‘Mescid-i Haram’dan
    Mescid-i Aksâ’ya gece yürüyüşü’ kısmı, Necm Sûresinde ise tâ
    Sidretü’l-Münteha’ya, Kâb-i Kavseyn’e kadar yükseliş kısmı anlatılır.


    Ancak, İsrâ Sûresine dair kendi okumalarım, keza şefkatli bir ağabeyimin
    hediye ettiği bir Abdussamed CD’sinden defaatle dinleyişim hengâmında,
    çözemediğim bir soru kalmıştır hep aklımda: Neden bu sûrenin yalnızca
    ilk âyeti Miracın ilk kısmı olan ‘Mescid-i Haram’dan (Kâbe’den) Mescid-i
    Aksâ’ya gece yürüyüşü’nü anlatıyor da, hemen sonraki âyette Benî
    İsrail’e geçiyor, sonraki âyette Nuh aleyhisselamın bahsi derken sûre bu
    şekilde devam ediyor?



    Sûrenin yalnızca ilk âyetinde Miracın anlatılmasını takip eden 110
    âyette ise Miraca dair bir söz ve atfın bulunmaması, açıkçası İsrâ
    Sûresine muhatap oluşumda bir dikkat ve merak konusu haline gelmişti
    benim için.

    Sûre bu şekilde merak ve dikkatini celbedince de, bu sûreye dair
    bilgilere açık hale geliyor, bu sûre için yazılıp söylenenlere daha bir
    dikkat eder hale geliyor insan.

    Ki, bu merak iledir ki, isim gereği okuduğum bir kitaptan, sûrenin bu
    ilk âyetindeki ‘abdihî’ ifadesinin bir hikmetini öğrenmiş oldum. Bir
    meâli “Bir gece kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye
    kulunu Mescidü’l-Haram’dan Mescidü’l-Aksâ’ya götüren Allah, her nevî
    eksiklikten münezzehtir. O Semîu’l-Basîr’dir” olan bu ilk âyette,
    Resûl-î Ekrem’den ismiyle veya ‘rasûlihî’ diye değil de ‘abdihî’ diye
    söz edilmesi, bir ubudiyet dersi taşıyordu bu kitaptan öğrendiğime göre.
    En zirve noktası secde olan bir ubudiyet hali üzere olan bir ‘kul,’
    zahirde ve de enaniyet nazarıyla bakılırsa, bir düşüş yaşıyor gibi
    görülüyordu. Oysa, Mirac gibi bir yükseliş yaşama imkânı, ‘kul’ olduğunu
    idrake ve ‘abdihî’ yani ‘O’nun kulu’ olduğunun şuuruyla yaşamaya
    bağlıydı. Resûlullah’ın miracından onun ismini zikretmeden ve risâlet
    sıfatını da sözkonusu etmeden ‘abdihî’ ifadesinin kullanılışı,
    öncelikle, abdiyet içindeki yükselişin, Rabbi karşısında benlik
    iddiasından soyunarak kemale ermenin, kulluğunu idrak ile mahlûkat
    içinde sultanlığa yükselmenin dersini veriyordu. ‘Abdihî’nin bir diğer
    hikmeti ise, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) Muhammed veya Ahmed olarak ismi
    yahut nebî veya resûl olarak vasfı zikrolunacak olsa, bu hadiseyi yalnız
    ona has görüp kendine bir hisse bir ders-i teşvik çıkarmaya yanaşmaması
    muhtemel biz muhatapları kendi hususî miracımızı gerçekleştirmeye
    teşvik idi. Resûlüne miracı ‘risâleti’ cihetiyle değil ‘abdiyet’i
    cihetiyle hediye ettiğini bu şekilde bize bildiren Rabb-i Rahîm, bizleri
    de Resûl-i Ekrem’in yürüdüğü yolda bir ubudiyet talimine dâvet ediyor;
    siz de o yolda giderseniz, size de kendi istidadınızca bir miracı nasip
    ederim mesajı veriyordu açıkcası. Ki, İmam Şâfiî gibi hidayet önderleri,
    muhtemelen Miracdaki bu ‘abdihî’ vurgusundan hareketle, Miracın
    sünnet-i seniyyenin teyidi olduğunu, Mirac ile Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.)
    sünnetine ittiba ile kemal bulabileceğimizin bize öğretildiğini
    söylemişlerdi. Mirac Risâlesi gibi tadına doyulması zor güzelim bir
    eserin müellifi olan Bediüzzaman Said Nursî de, muhtemelen bu
    ‘abdihî’den hareketle, gerek bu risâlede gerek diğerlerinde
    Resûlullah’ın ‘velâyeti,’ yani şahsî ubudiyeti ile Miraca çıktığı,
    risâletiyle geri döndüğü hususunu vurgular; hatta, lâtif bir espri de
    taşıyan şu ifadeleri kullanır:

    “... Zât-ı Ahmediye
    aleyhissalatu vesselam o yolu açmış; velayetiyle gitmiş, risâletiyle
    dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arasındaki evliya-yı ümmeti, ruh ve
    kalb ile o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevî’nin gölgesinde seyr ü sülûk
    edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.”




    İsrâ Sûresine dair soru ve
    peşisıra gelen dikkat ve merak ile, zaman içinde sûrenin ilk âyetinde
    ‘abdihî’ ifadesinden hâsıl olan böylesi nuranî izahları bir kitabın
    yardımıyla bir derece keşfetsem dahi, en başta sorduğum soru hâlâ ortada
    duruyor; farkındayım. İsrâ Sûresinin ilk âyeti Miracın başlangıcından
    bahsederken, niye ikinci âyet Benî İsrail’i ve Musa aleyhisselamdan,
    üçüncü âyet Nuh aleyhisselamdan, dördüncü âyet gene Benî İsrail’den söz
    ediyor ve sûre öylece devam ediyor.

    Sorumun bu kısmına cevap bulmamı ise, müdakkik bir Kur’ân talebesi olan,
    Risâle-i Nur’u da dikkatle okuyan bir ağabeyime borçluyum. Onun
    anlattığından anladığım kadarıyla aktarayım: Bu soru, doğru değil. İsrâ
    Sûresi, yalnızca ilk âyetinde Miracı anlatmıyor, başından sonuna kadar
    Miracı anlatıyor. Bize, kendi miracımızı yaşamamız için yapmamız
    gerekenleri, keza yapmamamız gerekenleri; neye dikkat edip nazarımızı
    neden geri çekmemiz gerektiğini bildiriyor. Sûreye bu nazarla bakınca,
    kendi ubudiyet miracımızı yaşamamız için hayatımıza taşımamız gereken
    namaz, anne-babaya iyilik, infak, şefkat, güzel sözlülük.. gibi bir dizi
    ölçüyü; keza israftan sakınma, zinaya yaklaşmama, rızık endişesiyle
    hududullahı çiğnememe, ölçüde-tartıda adil olma.. gibi bir dizi ölçüyü
    görüyoruz. Bütün bunları emreden âyetler İsrâ Sûresinde, bir ‘abd’
    olarak Resûl-i Ekrem’in miracının zikredildiği birinci âyetten hemen
    sonra geliyor ki, bu ölçülere tam riayet etmiş o kudsî nebînin açtığı
    mirac yolunda istidadımızca biz de yürüyelim. Keza, yine bu sûrede
    anlatılan, Musa ve Nuh aleyhisselamlar gibi nebileri örnek alıp Benî
    İsrail ve Firavun, geçmişteki sair bozguncu kavimler gibi menfi
    örneklerden uzak duralım ki, miracımıza ulaşalım.

    Bu gece idrak edeceğimiz Mirac Gecesi öncesinde, hem bir leyle-i Mirac
    tebriği, hem o gün İsrâ ve Necm Sûrelerinin okunmasına bir dâvet ve
    teşvik olmak üzere, müdakkik simalar vesilesiyle dünyama taşıyan bazı
    İsrâ nüktelerini paylaşayım istedim.

    (Bize ‘miracı’
    anlatan ve kendi miracımızı nasıl başaracağımızın yolunu öğreten bu
    sûrenin 44. âyetinin, “Âyetü’l-Kübrâ” Risâlesinin kendisinden alınan
    ders ve ilhamla yazıldığı ‘âyet-i kübra’ olduğunu; Bediüzzaman’ın
    mektuplarında en ziyade kullandığı giriş ifadesi olan “Ve in min şey’in
    illâ yüsebbihu bi hamdihî” ifadesinin de bu âyetin cümlelerinden
    olduğunu bilvesile belirtelim. Yani, miracın bir ayağını da kâinata
    Sânii adına nazar edip eserleri ve fiilleri üzerinden O’nun esma ve
    sıfatını tefekkür teşkil ediyor.)

    Rabbimizin Mirac Gecemizi ubudiyet yolumuzda bir köşe taşı ve bir
    yükseliş noktası kılması; bu gece bu şuur ve bu idrakle yaşamayı bize
    nasip etmesi duâsıyla...






    Metin Karabaşoğlu

      Similar topics

      -

      Forum Saati C.tesi Nis. 27, 2024 12:26 pm